Aşk
Yaratılışının sebebi olan aşk. Tek hakiki hissiyat aşk. Kalbi mutmain eden yegâne vesile aşk. Sevginin çok daha ötesi aşk. Hevesin semtine bile uğramayan aşk. Cismaniyeti fersah fersah geride bırakan aşk. Yokluk denizini bir damla varlık ile kurutan aşk. Gömleği arkadan yırtıldığı için iffetinden tek zerre yitirmeyen aşk. Çarmıhlara gerilse de başı ebediyen semada yaşayacak aşk. Yarımları bütün, bütünleri tek; eksikleri tam, tamları yek eyleyen aşk. Bir kez doğunca gönüldeki sisli puslu havayı kaldıran, gözlerdeki kara bulutları dağıtan, günebakan çiçeklerine âb-ı hayat üfleyen ve solgun yüreklere can damarı olan aşk. Tüm “bakma”ları “görmek”, tüm “görme”leri “ermek” eyleyen aşk. Bütün suskunlukları kelâma, bütün sessizlikleri çığlığa çeviren aşk. Yürekteki yangınları ateşle söndüren, deryaların kifayetsiz kaldığı gönül değirmenlerini bir damla gözyaşıyla döndüren aşk. Ağlamayı gülmeye, gülmeyi ağlamaya çeviren aşk. Kendisinden uzak olanlara rüya, kendisini hakkıyla yaşayanlara tek başına bir dünya olan aşk. Hakkında binlerce şiirin yazıldığı ama kendisi zaten müstakil bir şiir olan aşk. Şiirin membaı, şarkının kaynağı, hayatın dayanağı olan aşk…
İşte budur hep bir yerini açıkta bırakan kış.
Hep çeneni zangır zangır titreten buz havası.
Seni içindeki sıcaklıktan uzaklaştıran zemheri…
Giymek gerek… Isınmak için aşk libasını giymek gerek. Hep bir yerlerin açıkta kalmaması için. “Berd” ve “selâm”ı yaşamak için. Yunusun karanlık bedeninden kurtulup Yusuf’un aydınlık dünyasına ermek için. O’nun iffet deryasından bir damla tadıp ebedlere dek kanmak için. Yaşamanın asıl mânâsı neymiş, yaşayanlardan öğrenmek için. Perdenin önündeki sahnenin değil, perdenin ardındaki sahnenin sırrını anlamak için. Güvenilen dağlara gökten çığ yağsa bile altında kalmamak için. Mazlumun âhını, masumun günahını almamak için. Süflî sevdalardan kurtulup Hakiki Maşuk’u bulmak için. Dışındaki varlığın altında kalıp ezilen Karun gibi, içindeki varlığın altında kalmamak için. Bir çift göze, birkaç söze, bir gamzeye aldanmadan, öze inebilmek için. Kabuklara takılıp buruk kalmamak için. Bazen azapta lezzeti, bazen lezzette azabı tadabilmek için. Fâni yârlar icat edip bâki yaralar almamak için. Gecenin ardından göz kırpan güneşi, kışın ardından gülümseyen baharı, ölümün ardından hayat-bahş bir nefes üfleyen dirimi görebilmek için. Yıkılan duvarın, altı delinen geminin, canı alınan çocuğun sırrına erebilmek için.
Ve cümle dikenleri aşıp solmayan güle varabilmek için aşk libasını giymek gerek.
Yalnız bu, öyle bir libas ki üstüne başkasını kabul etmez.
Örteceği bedende asla başka bir şeye müsaade etmez. Kıskanır çünkü gayrisini.
“Ben varım ya” der, “başkasına ne hâcet?”
Çünkü iğreti durur zaten diğer giyeceklerin üstünde.
Sahte gibi kalır. Rengini belli etmez. Sürgün hayatı yaşar.
Gurbetin mücessem hâli olur adeta.
İşte bunun içindir ki aşk libasını çırılçıplak bir ruha giydirmeli. Gayri bütün renklerden arınmış ve ahengini bulmuş bir ruha. Daha gün yüzüne çıkmamış bir altın saflığındaki ruha giydirmeli. Bütün kirli nefeslerden arınmış ve kendi sesini bulmuş bir ruha giydirmeli aşk libasını.
Bürünmeli… Yalnızca aşk libasına bürünmeli. Bürünmeli ki çekilsin ruhu amansız girdaplarda boğan kirli denizler. Bürünmeli ki kaybolsun kalbe sinsice ilerleyen İblis’ten izler. Bürünmeli ki yıkılsın Dost’u kavurucu ateşlere fırlatan heybetli mancınıklar. Bürünmeli ki kurusun Sevgili’ye hiddetle savrulan demirden parmaklar. Bürünmeli ki dinsin pul kıymetindeki yârlar için kulların döktüğü yaşlar. Bürünmeli ki bitsin nazende yaprakları firakın uçurumuna sürükleyen yedi mevsimlik kışlar. Bürünmeli ki silinsin ruhun ak göklerini lekeleyen demirden damlacıklar. Bürünmeli ki elensin elmasların içine karışan talihsiz kömürler. Bürünmeli ki ezilsin ruhun kapısında pusuya yatan ölümcül hastalıklar.
Bürünmeli ki çizilsin akıbet insanoğluna
topraktan gayriyi yazan varaklar…
Yalnızca O. Sadece O. Bir tek O. O’nsuz her şey hiçbir şey olur, Onunla hiçbir şey dahi her şey olur. O’nsuz dünyalar bir damla etmez, Onunla tek zerre kâinata bedel olur. O’nsuz en verimli topraklar bile kısır kalır, Onunla çöllerde gülistanlar yetişir. O’nsuz güneşler dahi zifiri karanlıklarda kalır, Onunla bir şem’ bütün âlemi tenvir eder. O’nsuz cihana âb-ı hayat sunan deryalar susar, Onunla yedi kat yangınların içinde irem bağları yeşerir. O’nsuz yerinde durmaz kalb, sinelerden sökülür, Onunla lâl olan dillerden inci mercan dökülür. O’nsuz yıldızlar gökte serazat kalır, Onunla bir kez göz göze gelen ay ikiye bölünür…
Bürünmeli… Bölünmeli…
Öyle bir aşka bürünmeli ki kalbi orta yerinden bölmeli.
Ve öyle bir aşka dil beste olmalı ki hiçbir dil söylememiş,
hiçbir beste dile getirmemiş olsun…