Şems sordu: ‘‘ Ey oğul neresinden tutuyorsun aşkın?’’


 

Şems sordu: ‘‘ Ey oğul neresinden tutuyorsun aşkın?’’

‘‘ Ben tutmam aşkın ellerinden. Zira tutmama gerek yoktur. O her an vardır yüreğimde. Bazen bir miskal kadar bazen de evrenden taşacak miktarda.’’
Şems sordu: ‘‘ Ey oğul seni böyle evrenden taşıran hangi aşktır. Cismani mi, Rahmani mi?’’
 ‘‘ Her cismani aşkın ötesine rahmetin elleri değmemiş midir. Hangisi rahmanın öz suyuyla yıkanmamıştır ve hangisi topraktan rengini alırken altın’ı gene toprağa bırakmıştır.’’ 


Şems siyah kirpiklerinin altındaki kara gözlerini kıstı. Ufukta bir şeyi bekliyormuş gibi yapıp sağ elinin kaldırdı işaret parmağıyla havada duran ufak bir bulutu göstererek: ‘‘ söyle bana ey oğul şu bulutun neresinde duruyorsun?’’ Şems’in gösterdiği buluta bakarak sessizce bulutu seyretmeye daldım. Bulutun yeryüzüyle olan konuşmasını dinledim. Onun nasıl da dört nala koştuğunu gördüm. Gönlümün gözünü açınca kime ne dediğini işittim. Verilmekte olan işin nasıl da aşkla yapıldığını gördüm. Şems’e dönüp kara gözlerinin içinde resmimi seyrettim. Resmimin ruhuna onun gözleriyle baktım. Kapıdan içeri girip evinin bütün duvarlarını ademin verdiği asayla kontrol ettim. Şems’e: ‘‘ ey bilge kral hangi yeniçeri aşkını kınının içinde ellerinde saklı duran kılıcın gövdesinden uzak tuttuğu zaman savaşı kazanabilir ki, hangi su ruhunun tatlı tebessümünü toprağın gövdesinden çektiği zaman istediği başağı alabilir ki ve hangi gündüz gecenin verdiği aşkı sildiğinde sevilebilir ki.’’ diyerek biraz sustum. Yere eğilip avucumun içine biraz toprak aldım. Öbür elimin baş parmağıyla toprağı karıştırdıktan sonra yavaşça yere döktüm. Rüzgarın toprakla dansını seyrettim. Ayağa kalkıp Şems’in yüzüne hafif bir tebessümle bakıp kendi yolunda ilerlemekte olan buluta doğru başımı çevirdim: 
‘‘ Ey bulut söyle bana neresinde duruyorum ben senin?’’ diyerek Şems’e döndüm. 

Şems bütün ışığıyla bulutu kendine bir mıknatıs gibi çekiyordu. Sanki bulut kendi iradesi dışında bize doğru geliyordu. Şems gözlerini kıstığında bulut bir yere yetişmek ister gibi acele bir tavır takınıyor adeta koşuyordu. Ben bulutun yol alışını seyre dalmışken ‘‘ Ey oğul söyle bana şu bulutun neresinde duruyorsun?’’ diyerek bana baktı. Gözlerini üstümde gezdirdi. Sanki içimdeki bütün ince çizgileri bulmaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Tam ümitsizliğe düştüğü anda cevap verdim: ‘‘ ey bilge kral’’ diyerek söze başladım. 

‘‘Ben şu gördüğün bulutun ne altındayım ne de üstünde, ne içindeyim ne de dışında. Aynı zamanda şu bulutta benim ne altımdadır ne de üstümde ve ne içimdedir ne de dışımda. Sonsuz bir rahmet vardır gözlerimin renginde. Yalnız o benim değildir. bulutu görmektedir ama aynı zamanda görememektedir. Onu bilmektedir ama aynı zamanda bilememektedir. Ve arşa Andolsun ki ben hem varım hem de yokum. İşte bu durumda şu gördüğün bulutta hem bu dünyadadır hem de öbür tarafta.
 Hem onu görürsün hem de göremezsin.’’ 

Verdiğim cevapla ellerini sakalına götürdü. Derin düşüncelere dalıp buluta doğru baktı bir süre. Sonra bana dönüp:
 ‘‘ Söyle bana ey oğul şu bulutta hangi aşkı görmektesin.’’ diyerek buluta doğru tekrar döndü. 

Ve konuşmaya başladım: ‘‘ Ey bilge kral ben onda her aşkı görmekteyim. Zira rahmetin ellerinden nazil olmuştur yek vücudu. O rahmetin bağışladığı ellerle rahmanın torbasını doldurmaktadır. Her işini aşkla yapmaktadır. Gözyaşlarını sunak halinde sunarken toprağın ruhuna ona özünü koparıp vermektedir. Dalındaki bir meyveyi değil ruhundaki bir tarlayı çıkarıp bağışlamaktadır.’’ 

Bunları söyledikten sonra susup Şems’in yüzüne baktım. Şems derin düşünceler içindeydi. Ne düşündüğünü kimse bilemezdi. Ama o insanların ne düşündüğünü biliyordu. Babil’in iki meleği Harut ile Marut onu yetiştirirken ona her şeyi tam manasıyla öğretmişlerdi.

Şems herkesin içindeki sesi duyabiliyor ve işitebiliyordu…

Translate